Ruhsatsız Tehlike: Kayıtsızlığın Bedelini Kim Ödüyor?
Ruhsatlı da olsa, her silah bir tetik barındırır. Ve biz, bu yazıda yalnızca o tetiği değil, onu çeken toplumsal ve hukuki dinamikleri konuşmak istiyoruz.
Bir silahın ruhsatlı olması, o silahın tehlikesiz ya da kontrol altında olduğu anlamına gelmez. Çünkü ruhsat yalnızca bir belgedir; silahı taşıyanın ruh halini, niyetini, öfke eşiğini ölçmez.
Bu ülkede her gün işlenen birçok ağır suçun ardından, silahın ruhsatlı olduğu bilgisi gelmektedir. Peki bu bilgi ne işe yarar? Ne yazık ki çoğu zaman yalnızca adli raporlara not düşülür. Oysa asıl mesele, o tetiğin neden orada olduğudur. Kimse bir silaha bakarken “Bu da bir gün birine çevrilecek” demiyor.
Ama çoğu zaman çevriliyor.
Ülkemizde silah edinimi ve taşınması 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun ile düzenlenmiştir. Her isteyen taşıma ruhsatı alamaz. Bu konuda Emniyet Genel Müdürlüğü ve valilikler geniş bir takdir yetkisine sahiptir. Yani devlet, silahı keyfi bir “kişisel güvenlik önlemi” gibi görmez. Ancak uygulamada bu denge zaman zaman sarsılmaktadır.
Toplumsal Gerçek: Silaha Güven, Hukuka Güvensizliktir
Bu kadar açık konuşmak gerek: Bir toplumda silahlanma artıyorsa, insanlar hukukun koruyuculuğuna değil, kendi bireysel gücüne bel bağlamaya başlamış demektir. Bu ise hukuk devleti ilkesine doğrudan bir tehdittir.
Çünkü silah, hak arama yöntemi değildir. Silah, korkuyu büyütür. Silah, tehdit yaratır.
Ve bir gün, öfkeyle, korkuyla, cinnetle… o tetik çekilir. Sayılanların hiçbiri ise o tetiği çekmenin gerçek anlamda bir gerekçesi kabul edilemez.
Kanunlar Silahı Yasallaştırır, Suçu Masumlaştıramaz
Silah taşımanız yasal olabilir. Ama bu onun toplumsal olarak doğru olduğu anlamına gelmez.
Bir gün bir tartışmada “Keşke yanımda olmasaydı” dedirtecek bir şeyi, neden bugün yanınıza alasınız?
Silah taşımanın bir meziyet değil, bir yükümlülük olduğu bilinci sadece bireyler için değil, toplumun tüm kesimleri için yeniden inşa edilmelidir.
Ruhsatlı silah edinimi belli kurallara, kriterlere ve denetimlere tabidir. Ancak ruhsatsız silah edinmek, ne yazık ki artık o kadar da zor değil.
Piyasada elden ele dolaşan, seri numarası silinmiş, gümrük kaçakçılığıyla ülkeye giren veya kırsal alanlarda kolayca temin edilen silahların sayısı her geçen yıl artıyor. Hatta bazı olaylarda sanığın ifadesi bizzat şu şekilde:
“Ruhsatlı silahım vardı ama bu iş için onu kullanmak istemedim, bu yüzden ruhsatsız aldım.”
Bu açıklama, bireysel suçla birlikte toplumsal sistemin de ne denli kırılganlaştığını ortaya koyuyor.
Yani kişi aslında ruhsatlı silahın izlenebilir olduğunu biliyor. Ancak bir suça karışacaksa, tercih ettiği yöntem ruhsatsız silah oluyor. Bu da bize şunu gösteriyor: Ruhsatsız silah edinimi kolaylaştıkça, suç eğilimi olan bireylerin daha cesur, daha kontrolsüz davranma ihtimali artıyor.
Bu noktada artık soru şu olmalı:
“Bir bireyin suç işlemeye niyeti varsa, onun ruhsatlı silaha sahip olması mı daha tehlikeli, yoksa ruhsatsız silaha kolayca ulaşabiliyor olması mı?”
Cevabı net: Her ikisi de aynı sistemin farklı cepheleridir. Yani özünde bu iki durum, aynı toplumun bireylere silahla güç kazanma, kendini savunma ya da üstünlük kurma hakkı olduğu fikrini besleyen aynı kültürel anlatının iki ucudur.
Her ne kadar ruhsatlı silahlar, kayıt altında oldukları için kontrol altında gibi görünse de, kişi hakkında bir suçlama ya da koruma kararı olduğunda devlet bu silaha el koyabilmektedir.
Ancak asıl sorun, bu aşamaya kadar silahın zaten bireysel şiddet ihtimalini büyütüyor oluşudur. Devletin el koyduğu her silah, çoğu zaman bir krizin ardından toplanmaktadır.
Fakat yine de, bu el koyma süreci, hukukun toplumu koruma refleksinin bir tezahürüdür. Devletin bu tür durumlarda gecikmeden harekete geçmesi; toplum güvenliği açısından büyük önem taşır. Kayıtlı bir silahın zamanında bertaraf edilmesi, bazen bir hayatın kurtulması anlamına gelebilir.
Bu yönüyle bakıldığında, ruhsatlı silahların izlenebilirliği ve devletin müdahale yetkisi, serbest silahlanma tehlikesi içinde az da olsa bir denge unsurudur.
Toplumda bireysel silahlanmanın ve şiddet eğilimlerinin bu denli yaygınlaştığı bir düzende, birçok kişi artık kendini güvende hissetmiyor. Komşusundan, eski eşinden, sosyal çevresindeki bir kişiden ya da çalıştığı kurumdan tehdit algılayan bireyler, “başına bir şey gelmeden önce” korunmak istiyor. İşte tam da bu noktada, hukuk sistemi devreye giriyor ve bireylere bir yol sunuyor:6284 Sayılı Kanun kapsamında koruyucu ve önleyici tedbir kararları.
Bu tedbirlerden en bilineni ve en sık başvurulanı ise UZAKLAŞTIRMA KARARI.
Ancak burada da sistemin bazı eksiklikleri karşımıza çıkıyor. Örneğin, hakkında uzaklaştırma kararı verilen kişinin elinde ruhsatsız bir silah bulunup bulunmadığı çoğu zaman araştırılmıyor.
Oysa gerçek koruma, yalnızca bir karar tebliğiyle değil; o tehdidin araçlarının ortadan kaldırılmasıyla sağlanabilir.
Uzaklaştırma Kararları, Sadece Bildirimle Koruma Sağlayamaz
6284 sayılı Kanun kapsamında verilen uzaklaştırma kararları çoğu zaman sadece tebliğ edilerek sonuçlandırılıyor. Oysa şiddet potansiyeli taşıyan kişiler hakkında:
- Ruhsatlı veya ruhsatsız silah bulundurup bulundurmadığı,
- Evde başka suç unsurları olup olmadığı,
- Psikolojik durumu ve şiddet geçmişi
gibi temel risk göstergeleri araştırılmadan yapılan her bildirim, potansiyel mağdurları yalnızca daha da tedirgin ediyor.
Yetkililer Ne Yapmalı?
Devletin ilgili tüm birimleri (emniyet, jandarma, aile içi şiddet büroları ve mahkemeler) bu noktada yalnızca karar üretmemeli; gerçek koruma sağlayacak adımları da ivedilikle atmalıdır.
1. Risk profili oluşturulmalı.
Tedbir başvurusunda bulunan kişi ciddi tehdit altındaysa, karşı taraf hakkında yalnızca yüzeysel bilgiyle yetinilmemeli; geçmişe dönük adli kayıtlar, psikiyatrik raporlar ve silah ruhsatı bilgileri değerlendirilmelidir.
2. Evde arama yapılabilmeli.
Sadece uzaklaştırma kararı tebliğ etmek değil; hakkında tedbir kararı verilen kişinin adresinde suç unsuru olup olmadığının denetlenmesi, özellikle ruhsatsız silah bulunma ihtimali göz önüne alınarak hakim kararı ile arama yapılması önemlidir.
3. Kolluk kuvvetleri aktif denetim yapmalı.
Tebligat yapıldıktan sonra süreç takip edilmemekte; bu da mağdurun yalnız kalmasına neden olmaktadır. Oysa failin karara uyup uymadığı, mağdura yaklaşma girişimi, silah temin etme çabası gibi hususlar aktif denetimle izlenmelidir.
4. Mevzuat daha cesur yorumlanmalı.
6284 sayılı Kanun’da yer alan “gerekli görülmesi halinde” gibi ifadeler, çekingen yorumlara kurban gitmemelidir. Hâkimler ve kolluk güçleri, önleyici devlet refleksiyle, kararlara eşlik eden güçlü uygulamalar geliştirmelidir.
Unutmayın, sizi korkutan aslında sistemdir. Ve sizi korkutan sistem normal değildir.
Kimsenin, kimse üzerinde korku kurmaya hakkı yoktur. Ne susturmak için, ne de güç göstermek için. Her bireyin, güven içinde yaşama hakkı; korku yayanların özgürlüğünden önce gelir. Korkunun sustuğu yerde, toplum nefes alır.
Sizi durduracak olan vicdan değilse, hukukun eli er ya da geç ensenizde olacaktır!
Av. SEDANUR TURAL